Köy Tarihçesi

Kasım 9, 2007

Çok çeşitli nedenlerden dolayı, Orta Asya’dan göçüp Anadolu’ya ilk gelen Türkmen aşireti Selçuklu  Türk’leridir. Büyük  Selçuklu  İmparatorluğu’nun  sultanları, o zaman sınırları  bulunan  Bizans Trabzon  Rum  İmparatorluğu, Ermeni’ler, Eyyubi’ler  ve  Memluk’arla  komşuydular. Kendilerinden sonra gelen diğer Türkmen boy ve aşiretlerini  kendi güvenlikleri  için  hep  bu  sınır  boylarına  yerleştirmişlerdir. Bu  aşiretlerin  beylerine  “uç  beyi” denilirdi. Çünkü; o zamanlar  sınırlara  “uç”  adı verilirdi. Bu  uç beyleri kendi  buyruklarında,  ama  Selçuklu  Sultanlarına  bağlıydılar. Kendi  istekleriyle  sınırlardaki  düşman ülkelere saldırarak onlara büyük çapta zararlar verirlerdi. Onların bu saldırılarından hem Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun Sultanları, hem de Anadolu Selçuklu Sultanları bu uç beylerinin  düşmanlara karşı saldırı ve savunmaları  sonucu  rahatça  ve  uzun  zamanlar  yaşayabilmişlerdir. Uç beyleri,  çoğu zaman batı ve Güney Doğu Anadolu bölgesinde ses getiren taarruzlarda  bulunarak sultanların güvenlerini  kazanmışlardır. Selçuklu Sultanları  batıya  bu yüzden  daha savaşçı olan Kayı boyunu yerleştirerek kendilerini güvenceye almışlardır. Yine Orta Asya’dan gelen Moğollar, birlikte getirdikleri Türkmen aşiretleriyle, Anadolu Selçuklu  Devletini işgal ederek  yıkmışlardır. İşte 1277’den  sonra  Anadolu  toprakları  üzerinde  artık küçük küçük devletçiklerden oluşan beylikler hüküm sürmeye başlar. Oğuzların hakim kısmını  oluşturan dört tane  boy vardır. Bunlar sırayla; Kayı, Bayat, Alka Evli, Kara Evli’dirler. Yani bunlar kardeştirler. Osmanlılar Kayı  boyundan, Dulkadiroğulları  da  Bayat  boyundandırlar.

Moğolların işgali ve arkasından çekilmesi sonucu Anadolu üzerinde 20’ye yakın bağımsız beylikler oluşur. Bunlardan  bilindiği gibi Osmanlı  beyliği 1299’da  devletliğini ilan ederek tarihteki yerini alır. Ama Anadolu’da tam bir birlik yoktur. 1337’de de Hasan Bey önderliğinde Dulkadir Beyliği bağımsızlığını ilan eder. Toprakları şimdiki Yozgat, Kırşehir, Kırıkkale, Çankırı, Çorum, Tokat, Adana ve Maraş’a kadar uzanan geniş bir yere sahip  olarak, sonraları sınırlarını daha da genişletir.

Bu durum fazla uzun sürmez, Timur’un komutasındaki Moğol orduları 1402 Ankara savaşından sonraki zamanlarda Anadolu’da terör estirirler. Kaçanlar kurtulurken, kaçamayanların kafalarından piramitler yapılır. Timurlenk maiyetindeki Kara Tatarları Ankara’nın doğusundan, Yozgat’a kadar  olan  topraklar  üzerinde  ikâmete tabi tutar ama kısa bir süre sonra tekrar alıp götürür. Boşalan yerlere Dulkadir Beyliğine ait aşiretler, boylar yerleşirler.  

Malazgirt savaşından sonra Anadolu’ya gelip yerleşen Selçuklu Türk kavimleri, oba, mezra, karye (Köy) , boy, kabile, aşîret, cemaât, taife, oymak ve konar-göçer topluluklar halinde bu isimler adıyla yaşadıkları bilinmektedir. Genellikle o tarihlerde büyük çoğunluğun, konar-göçer halinde yaşadıkları kesin belgelidir.(2) İlçemiz Balışeyh’in 1120 yıllarında Selçuklular tarafından kurulduğu kesin yazılıdır. Yukarı Ballı köyündeki cami kitabesinde de bu tarih geçmektedir. O tarihlerde Selçukluların bölgemize yerleştiği görülmektedir. Bu tarihlerde bölgemiz ve civarında isim olarak sadece buradan bahsedilir. Şüphesiz başka yerleşim yerleri de vardır, ancak yazılı kayıtlarda başka isimler geçmemektedir. Doğudan gelen Türkmen göçmenlerini Ballı köyüne yerleşmiş olan Ballı Bey, (Şeyh Ede balı) ./Şeyh Ede balı, Osmanlı devletini kuran Osman beyin kayınbabasıdır. Konaklayıp ağırlar ve bunların yerleştirilmelerine yardımcı olduğu kesin kayıtlıdır. Fakat o tarihlerde  hangi aşiretin nerelere  meskûn edildiğine dair hiçbir bilgi de yoktur elimizde. Daha ileriki tarihlerde ise, bu yörelere Dulkadiroğlu Beyliğine bağlı aşiretlerin, boyların obaların yerleştiğini görüyoruz. Kızılırmak’ın doğusunda kalan toprakların  1337-1522 tarihleri itibariyle buralarda Dulkadiroğlu Beyliği hüküm sürmüştür(3). 1522 tarihinde Padişah Yavuz Sultan Selim, Dulkadiroğulları Beyliğini Osmanlı  toprağına  katarak tarihi misyonunu sona erdirmiştir. Bozok’a bağlı yerleşim yerlerinin pek çoğunda Dulkadiroğulları Beyliğine bağlı isimler halen  kullanılır durumdadır. Örneğin: Kırıklı, Karallı, Selamlı, Selmanlı, Çerikli, Faraşlı, Kalekışla, Sorgun, Alcılı, Kavurgalı, Hasandede, Beyobası, Avşar, Sekili, Karacalı, Yuva, Ballı, Boğazlıyan, Beşbıçak, Bıyıkaydın ve Hamzalı gibi. Ankara’nın doğusu, Çankırı ve Çorum topraklarının büyük bir bölümü bu ilimizin (yani eski Ankara eyaletinin ) sınırları   içerisinde  kalmaktadır.

Çevremizdeki Koçubaba beldesinin, Hacıbektaş-ı Velî’nin görevlendirip gönderdiği arkakadaşı Seyit Hasan Sultan tarafından,1500’lü yılların ikinci yarısından sonra kurulduğu sanılmaktadır. Seyit Hasan Sultanın, Hacıbektaş’ın  dilindeki adı, Koçubaba’dır.

Evliya Çelebi  Seyahatnamesinde, 16.11.1618  tarihinde  Çankırı’dan  gelirken: ”…Orada ilerde Şeyh Şami Köyüne geldik. Bu Kengiri toprağı ile Sivas eyaleti arasında,    Keskin içinde, Kalacık nahiyesinde 200 evli, mamur ve güzel bir köydür. Amma evleri toprağın  içindedir, evlerinin üzeri çayır ve çimenliktir. Oradan da Koçubaba durağına geldik. Burası da  Kalacık  kazası  toprağında 200 evli bir Türk köyüdür. Görünürde asla ev yoktur, hepside yeraltında, ahırlı, mutfaklı, sufhalı, misafirhaneli, evlerdir. Buraya Keskin içi  derler, gayet mamur yerdir. Kışı sert olduğundan evler toprak altındadır, damların üstü çimenliktir. Evlerin birer bacaları vardır. Yumuşak beyaz  taşı  istedikleri  gibi oyup kesip biçerek evler yapmışlardır. İçine bin adam kaybolur. Bu köyde ‘Koçubaba ziyaretgahı var dır.’” diyerek buralar hakkında bilgi vermiştir. O tarihlerde, başka köylerden bahsetmez Evliya Çelebi. Evliya Çelebi’nin özelliği ve işi, ne kadar yerleşim  yerleri varsa, oralara uğrayıp, onlarla ilgili bilgileri “Seyahatname” adlı kitabına kaydetmesidir. Onun zamanındaki  anlatıma  göre; Koçubaba Köyü hariç, o yöreler aşağı Şeyh Şami Köyüne kadar boş araziler olarak görünmektedir. Bunu güçlendiren en  kesin delil  ise, 1530’lu  yıllara  ait Ankara ve Çankırı eyaletleri  livası  haritasında, buralarda  hiç  bir köyün esamesine rastlanılmamasıdır.

10.yy.da ilk olarak kanunnamelerle Yörük nizamları tayin edilmiştir. Buna göre boş arazi ve ormanlıklarda açılan yerlerin, açanlara verilmesi kararlaştırılarak onlara verilmesi kesinleşmiştir. Kanun her toprak parçasının işlenmesine amirdi; üç yıl çalıştırmadan boş bırakılan arazi o kimseden alınarak geri tapuya verilmesi gerekirdi. Köyde oturan herhangi birisi, herhangi bir sebepten dolayı başka bir yere gitse, on yıl içinde oradan kaldırılıp önceki yerine nakledilirdi. Cengiz Orhonlu’nun, Osmanlı İmparatorluğu aşiret iskânları adlı eserinin 107. sayfasında belirttiği gibi, aşiretlerin yerleştirilme işlemlerine başlandığı görülmektedir.

Neresi sulak, neresi yaylak ve otlaksa oralarda kalmayı uygun görürler. Bizanslılardan boşalan bu verimli Anadolu toprakları, Türk boyları tarafından paylaşılırken çok kavgalar ve çok olumsuzluklara tarih şahitlik yapar…  Aşiretler güzel yerler ve yaylalıklar için kıyasıya kavga içindedirler. Geçim hayvancılığa dayandığı İçin ovalar ve yaylalar çok önem arz eder, bu arada doğudan sürekli göçler devam etmektedir. O yörenin yerleşik  halkı, oraya geçici yerleşen göçmenler, sonradan gelen  göçebeler arasındaki huzursuzluğu gidermek için, Selçuklu Sultanları ve Osmanlı padişahları çok çeşitli tedbir almışlarsa da, pek etkili olamamışlardır. Bütün bu tedbirlere rağmen, fermanlara uymayan aşiretlere sürgün cezaları verilerek ortamı sakinleştirmeye çalışmışlar ve böylece düzeni kurabilmişlerdir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun en buhranlı 15. ve 16. yüzyıllarında, batıdan alınan yeni topraklara yerleştirilmek üzere Orta Anadolu’dan ve doğudan, padişahların fermanlarıyla devamlı Türk aşiretleri batıya sürekli göç ettirilmektedir. Devam eden göçler, batıdaki sürekli savaşlar, iç isyanlar ve idaredeki padişahların kısa aralıklarla el değiştirmesi, bölgemizin bulunduğu İç Anadolu’daki yerler için aşiretler arası kavgaların  devamına sebep olmuştur. En çok huzursuzluğun yaşandığı dönem ise; 16. ve 17. yüzyıllar olduğu da görülür. İşte tam bu dönemde de bizim boy’un bağlı olduğu aşiretin  yerleşmesi sağlanır. Çünkü; Anadolu’daki aşiretler arası kavgalar göçlerden dolayı oldukça gündem teşkil etmiş olduğundan, Osmanlı’nın başını ağrıtır olmuştur. Buna bir çözüm getirmek isteyen Devlet-û âli hemen meclisi divanı toplar ve bir dizi kararlar almak zorunda kalır. İşte bu kararlar doğrultusunda konar-göçer aşiretlerin bulunduğu Anadolu’daki tüm beyler beyine ayrı  ayrı  birer fermanlar gönderilir. Bu fermanlardan sonra Anadolu’daki  irili ufaklı bütün konar-göçerlerin 16–17.yy.larında kesin yerleştirilmeleri sağlanır. 15.yy. ortalarından 18.yy. başlarına  kadar Kızılırmak’ın doğusundaki Kengiri, Çorum, Bozok, Kırşehir ve Yeni İl(Sivas)  gibi vilayetlerin de bir kısım toprakları Tokat Voyvodalığına (Beyler beyliğine) bağlı olduğu zaten bilinmektedir.

II.Mustafa’nın padişahlığı, Köprülü Fazıl Mustafa’nın sadrazamlığı, Mehmet Paşanın vezirliği zamanında, aşiretlerin  iskânları  için Tokat Voyvodası ve kadısına bir ferman  gönderilir. Fermanı alan Tokat kadısı Mustafa Bey, Bozok  kadısı  başta olmak   üzere,  çevre  sancak  kadıları  ve  nahiye  idarecilerinin  derhal  Bozok’ta  toplanmasını  emreder. Bunun üzerine Tokat beyi Abdullah Efendi, Bozok kadısı  ve  aynı  zamanda iskân memuru  tayin  edilen  Ebu  Bekir Efendi, Sorgun kadısı Ömer Efendi, Budaközü  kadısı  Mehmet  Efendi, Anadolu  müfettişleri  vezir  Mehmet  Paşa  ve Yusuf  Paşalar, dergâh-ı âli kapıcı-başlarından Mustafa bey, Bozok’un emlâk kazası nâibi Mustafa bey, Türkmen oymaklarının beyleri, oymakların kethüdâları(muhtarları) ve vilayetin  ahalisinden  oluşan  bir meclis  oluşturularak gelen ferman okutulur. Vilâyet halkı onların harabe yerlerde iskan edilmelerini  istediklerini, eğer  Rakka’ya  iskân  edilirlerse  kendilerinin diğer kazalar gibi eşkiyaya  tahammül edemeyip  etrafa  dağılıp  perişan olacaklarını, bu yüzden onların iskânlarını kabul ettiklerini bildirirler ve her  kaza  buna  dair ayrı  ayrı  birer  hüccet  tanzim ederler (MAD ts.nu. 8458, s.28-29). Kendilerinden bir şahsa zarar veren olursa, zararlarını  tanzim  edecekleri gibi, cezaları  tertip  olunup  hazine-i  âmire’ye  teslim  eylemek  üzere  2500 kuruş  nezr  vermeyi kabul  eyledikleri  de  ayrıca  hüccet  olunup  hazine  defterlerine  kaydedilir.” (Kasım  1696  evahır-ı rebi-ülevvel  1108), ( mad.ts.nu.  8458, sh 34 )” (4). Gelen  bu  fermanla aşiretlerin iskânları o tarihte gerekli  görülen   uygun yerlere  yapılır. Mamalı-Selamlı oymağı en çok Çankırı, Yozgat ve Kırıkkale toprakları üzerinde yerleştiği görülmektedir.(5) Kayıtlarda  adı geçen  ve  başında  Bektaş  beyin  bulunduğu   Mamalı-Selamlı  oymağına  bağlı  obalar  şunlardır. “Kâfir-kıran,  Kızıllı,  Sarılar,  Karacalı,  Alibeyli,  Kırık,  Elhac-Ali,  Ömer,  Mahmut,  Turgut,   Haydarlı,  Yakublu,  Beçilü,  Keller,  Nefesli,  Arife  Gazili, Çakallı  Şarıklısı, Âl-i Ganem,   ve  Selman  Fakılı  perakende  ve  obaları (6). 
Mamalı-Selamlı Türkmenlerinin  kısa bir süre sonra, belki de Rakka’dan kaçan oymakların teşviki ile yerlerini terk ederek konar-göçer hale geçmişlerdir. Bunun üzerine böyle bir hal vaki olduğu zaman vermeği taahhüt  ettikleri  kefâlet  paralarının tahsili için 1701-1702 yıllarında, mahalli idarecilere emirler verildi. Yerleştirilmelerinin üzerinden altı yıl geçmesine rağmen, yapılan bir tahkikât sonucunda Mamalı-Selamlı oymaklarından iki oymağın  yerlerinde meskûn oldukları, diğer 14 oymağın ise yerlerini terk ederek göçmen hayatlarına tekrar devam etmeye başladıkları görülmüştür. Zorlada olsa iskân edilmeleri sağlanarak ceza-î müeyyideyi de ödediği kayıtlarda görülmektedir. Başka bir kaynakta ise şöyle bir bilgi verilmektedir.

“Mamalı-Selamlı oymağına bağlı olan grupların Akdağ, Sorgun, Süleymanlı-î Kebir kazalarında gösterilen yerlere yerleştirilmeleri iskân mübaşirinin idaresi altında, kadıların da yardımı ve ahalinin de rızası ile  boş olan yerlere tatbik edildi. Tahsis edilen toprakların hudutları açıkça belirtilerek tımar, zeamet ve has topraklarından olduğu kaydedilerek Anadolu müfettişi vezir Mehmet Paşanın gayretiyle.Bozok kadısı iken aynı zamanda iskân memurluğu görevine tayin edilen Ebubekir efendiye verilen fermanla, buralara Kasım 1696 evahir-i Rebiülevvel 1108 de iskânları yapıldı“ diye yazmaktadır. ( Cengiz OrhonluOs. İmp. Aş. İskânı sh.84 ).

Mamalı-Selamlı oymağı, geniş kolları olan, Bozok (Yozgat) sancağı  içerisinde  yaşamış  Dulkadirli Bozulus  Türkmenlerindendir. Yozgat  civarında  hüküm  sürmüş  Çapar’oğulları(Çapan’oğulları) Mamalı-Selamlı oymağına bağlıdır.(7) Fermanda iskân  memuruna, “Bedel-i  nüzûl,  âdet-i  ağnam ve  avârız  vergileri mukabelinde, maktuları  olan  yıllık  2500 kuruşu  aşiret  reislerinin  vermeyi  kabul  etmeleri istenmiştir“ (aynı  def. Sh.34). Bu belgelere bakıldığında  Bozok’ta (Yozgat) yapılan  geniş  bir  halk  kitlesi ve  liderler  önderliğindeki  bu toplantıdan  anlaşıldığına  göre; aşiret  reisleri  veya  aşiretlerden  kopan  küçük  guruplar  istedikleri  yada iskân  memurlarının  göstermiş  olduğu  yerlere  yerleşir  yahut  yerleştirilirler.  Böylece  boş  olan  arazi  varsa oralara  veyahut  çok  küçük  yerleşim  yerlerine  yerleşirler. Yapılan  toplantıda  hem  imza  hem  de ceza vermeyi kabullenen bu kimseler, iskân  olunan  yerlerine  bir  daha  göçmemek  kaydıyla  mûkim  olurlar.